Uzun Beyaz Bulut

“Gelibolu’nun ayazı yamandır. Hiç acımaz, çarpar insanı.” Romanın ilk cümlesi

İstanbul apartmanlarında büyüyen şehre sıkışmış bir çocuk düşünün. Çocukluğu boyunca belki daracık bir sokakta oynamış, genellikle betonlar arasında kalmış bir çocuk.

Sadece bir kaç aylığına özgür olabiliyordu bu çocuk.

Gelibolu.

Kuş ve kurbağa sesleriyle her daim cırlayan, suyunun mavisiyle gönlümü açtığım güzel yer.

İlk arkadaşlıklar, aşklar… O çocuk için Gelibolu buydu.

Fakat her yaz bir gün gidilen bir yer vardı ve tüm aile o gün ağlardı. Her yıl o anıta gidilir ve hep birlikte ağlanırdı. Çocuk da bilmeden ağlardı.

Büyüyüp nedenini fark etmek de bu gizemli yarım adaya daha da tütsü yakmış oldu.

Her sahilde bir kalıntı… Savaş kalıntıları.

Anzak koyu mezarlığı, Conkbayırı, Seddülbahir, Anafartalar, Kilitbahir…

Hep hissedilen bir yıkım vardı. Gelibolumun üstünde bir gölge vardı ve kalkmıyordu. Güneşi de aşırıydı. Dalga olmazdı ama olunca o da kendisini aşardı. Dolup da taşan bir şeyler var gibiydi hep.

Buket Uzuner’in Gelibolu kitabına ilk kez 8. sınıfta rastladım. Önce çok okuyasım yoktu aslında ‘zaten biliyorum’, ‘zaten gittim’ gibi düşüncelere sahiptim.

Ama şu an hayatımdaki bakış açımı en fazla değiştiren kitaplardan biri olduğuna eminim.

Çocukken yaşamanın değerini anlayamıyor insan. Ben ölülerin hayatlarından bir kesit gördüm bu kitapta. Umutlara ve yaşamlara tanık oldum.

En önemlisi kahramanları ve kahramanlarına saygıları.

İçindeki mektuplardan giden gizem çözme hissiyatı beni Gelibolu gizeminin girdabına tekrar sürükledi.O girdap bana kitaptaki Anzak askerlerini yutan bulutu andırıyordu.

Bu mektupları okudukça fark ettim aslında bu insanların hayatlarını. Hayallerini, dünyalarını… Hepsinin ne kadar genç olduğunu, onların da ne yaptıklarını bilmediğini fark ediyorsun. Mektupların her hecesinde savaşın yıktığı hayalleri hissediyoruz.

Sekizinci sınıftaki küçük çocuk aynı büyüklerinin tartışmasına sinirlenir gibi savaşın anlamsızlığına sinirleniyordu.

Ayrıca Anzak mezarlığı… Neden geldiğini bilmeyen insanlar gelip nereye geldiklerini bilmemişlerdi. Çocuk yaşta bambaşka diyarın insanları nefeslerini bu topraklarda verdi.

Ortak yanları o kadar fazlaydı ki bu her şeyden daha üzücü yapıyordu.

Hangisi ağlamazdı ki annesini, nişanlısını, hayatını, seçimlerini, hayallerinidüşünerek?

Hala merak ediyorum, birbirlerini kendilerinde gören bu iki farklı asker birbirlerini vururken baktıkları şey neydi?

Ali Osman’ın kahramanlığı, Alastair John’un zekası olmasa yazılamazdı bu hikayeler. Kahramanlığı genelde kaç kişi öldürdüğüyle belirleriz. “…. Kahramanı ismi-bilinmez 68998 asker öldürdü” gibi. Bence Ali Osman hepsinden daha kahraman.

Evet, Alastair’in ayağı takıldı ama “Giysilerimi giy, git” diyen de Ali Osman’dı.

Sonuçta bu kitap çocuk kendime fedakarlıkları öğretti. Aslında bu yazıda savaşlara değinmeye çalıştığım için çok konuşmadım fakat sosyal yapı, özellikle Alican Çavuş’un aile yapısı (karısının kıskançlığı, Beyaz Nine’nin öyküsü) gibi özellikleriyle bize kattığı çok şeyin yanında çocukluğumu yaşatan, bana nefes veren Geliboluma yaraşır tasvirlerle kulağım ve gözlerimi şenlendirerek çocuktan yaşlıya herkese önerilebilecek bir kitap Gelibolu.

İdil Durmaz

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: