Sanatın ne olduğu ya da ne olmadığı onlarca yıldır akademiyi, yüzlerce yıldır da insanlık tarihini meşgul etmiş bir anlama çabası olagelmiştir. Her ne kadar sıklıkla tartışılsa da sanatın anlamında bir ortaklaşmaya varılmadığını biliyoruz. Genel geçer olan bazı anlayış ve tanımlar olsa da herkesin gerek sanat alımlayıcısı olsun gerek sanat üreticisi olsun kendine has tanımları mevcut diyebiliriz. Kendi tanımım hakkında konuşmadan önce kısaca Türk Dil Kurumu’nun kelime anlamı olarak sanat tanımına bir göz atmak yararlı olabilir. TDK’de “sanat” diye arattığımızda karşımıza beş tane tanım çıkıyor. Bunlardan ilki: “Bir duygu, tasarı, güzellik vb.nin anlatımında kullanılan yöntemlerin tamamı veya bu anlatım sonucunda ortaya çıkan üstün yaratıcılık.” İkincisi: “Belli bir uygarlığın veya topluluğun anlayış ve zevk ölçülerine uygun olarak yaratılmış anlatım.” Üçüncüsü: “Bir şey yapmada gösterilen ustalık.” Dördüncüsü: “Bir meslekte uyulması gereken kuralların tümü.” Beşincisi ise: “Zanaat.” Bu tanımlardan dördüncüsü ve beşincisi benim bu yazıda sanatla alakalı anlatmak istediklerim ile pek ilgili olmadığı için onları düşünmeyi bir başka yazıya bırakabiliriz. Şimdi, hep beraber ilk üç anlam üzerine düşünmek istiyorum. İlk tanımın ortaya koyduğu estetik ve yaratıcılık terimleri sanat üreticilerinin de genellikle tanımlarını yaparken sırtlarını yasladıkları anlamlarla uyuşuyor. Ama bence tam anlamıyla sanatı ifade edemiyor çünkü sanatın da diğer tüm kültür ürünlerinin olduğu gibi zamanının mekanının değişimiyle ilişkisel bir yeri olduğunu düşünüyorum. Bu da bizi TDK’nin verdiği toplumsallıkla ilişkili olan ikinci tanıma taşıyor ama ne yazık ki bu tanım da sanattaki bireyselliği ve estetik algıyı göz ardı ediyor. Bu iki tanımın bütünleşmiş hali üzerine fikir belirtmek gerekirse sanat bir estetik anlayış rehberliğinde ve güdüleyiciliğinde üretilen, zamanının nabzı ile şekillenen ve sanatçının özerkliğinde harmanlanmış şekilde dışa vurulan bir kültür öğesi diyebiliriz.
Bu tanımın üzerinden ilerlediğimizde sanatın konusunun ne olduğu üzerine de az çok düşünmeye başlayabiliyoruz. Sanat bazen geleceği bazen geçmişi bazen bugünü ya da bazen bir hiçliği konu edinir. Neyi konu edindiği fark etmeksizin tanımda da söylediğimiz gibi bir algının sonucu olarak, üretildiği zamanın ve üreten sanatçının kimliklerinden beslenir. Bu illa ki feminist, queer ya da sosyalist bir eser ortaya çıkacak da demek değil, bir eser üretilirken geçirdiği süreçler sebebiyle üzerinde ideolojik bir yükümlülük olmadan dahi dönemini yansıtmak durumunda, burada altını çizmek istediğim nokta bu. Demek istediğim, bugün Türkiye’de yazılan çizilen herhangi bir eserin içinde feminist anlamlar taşıması bir feminist eser olması zorunluluğundan değil, Türkiye ülkesindeki güncel durumun bir getirisi olmasından kaynaklanıyor. Demem o ki, bir sanatçı bugün Türkiye’de yaşıyor ve üretiyorsa güncel manzaradan etkilenmemesi ve eserine yansıtmaması mümkün değil. Bu noktada sanat dünyasında neden farklı bakışlara ihtiyaç arttı sorusuna da rahatlıkla gidebiliyoruz çünkü artık içinde yaşadığımız dünya her ne kadar bazı kimseler bunu inatla reddetse de renklendi, hal böyleyken artık bir erkek bakışı bize yetmiyor. O eserler uzak ve anlamsız geliyor, bu sebeple de kendilerine bir yer bulamıyorlar. Yer bulamamak bugün bizler için belki de bazı durumlarda günümüz popüler kültürüne ait oluşları sebebiyle bir anlam taşımıyor gibi görünebilir, ama bir gün gelip bugünü konuşma gayretine girdiğimizde bugünün sanatı diyeceğimiz sanat tek bir erk gözün görmediklerini arayacak ve bu yüzden de vaktinde bir eseri kaç kişinin izlediğinin ve alkışladığının bir önemi kalmayacak. Bir şeylerin bugün için popülerliğe sahip oluşu onlara temsiliyet yetkisi vermiyor ve hatta içinde bulunduğumuz ortamda popüler olmak adına gözlerini kısmayı tercih ettiklerinden bundan iki gün sonra o gözlerin görüp anlattıkları bir toz parçası gibi uçup gidecek. Çünkü o gözü hepimiz biliyoruz, o öyle bir göz ki beni görmüyor ve eminim camımdan baktığımda gördüğüm apartmanlardaki hayatları da görmüyor. Çünkü o göz iktidarına öylesine aşık ki benim gibi gözlerini camından dışarıya çevirme “yüce gönüllülüğünü” de yapmıyor.
Peki sanatı bizler bugün nerede görüyoruz? İçinde bulunduğumuz şartların bakışlarımıza hakim olduğu üzere ayrımcılıklar, eylemler, şiddet gibi konuların içinde görüyoruz sanatı. Eylemlerimizin içinde ya da eylemlerimizi sanatın içinde görüyoruz. Biz eylemlerimizle zaman yaratıyorsak ki Boğaziçi Üniversitesi’nde 100 günü aşkındır yaptığımız şeyin adı tam olarak bu: bir zaman yaratmak, biz bu yaratıcılığın içinde sanatı da besliyoruz ve eylemler de sanattan besleniyor. Eylemlerin en unutulmaz olaylarından birisi kimsenin göz ardı edemeyeceği bir şekilde BounSergi’nin kampüs içerisinde açtığı sergi oldu. Tüm eylem alanımızı dönüştürdüler, tüm şiddet, nefret, korku silindi o hafta kampüste, çünkü yukarıda yaptığımız tanımda da söylediğimiz gibi bugünün içinden çıkmış olan o sanat eserleri çimlerimizi binalarımızı donattı. Bu şekilde eylemler kendi yansımalarını gördü adeta ve aynı zamanda dış dünyadan ayrıksı tutulmaya çalışılan kampüs ortamı içine aldığı sanat eserleri ile aslında değil bir grup insanı içeriye almak bir zaman dilimini, bugünü, kampüsün içine soktu. Çünkü yazının öncesinde de konuştuğumuz üzere bir fırça darbesi isteyerek ya da istemeyerek yaşamın biriktirdiklerini vuruyor tabloya. Böylece sanatın nasıl bir yerde olduğu gayet net bir şekilde karşımızda duruyor. Aynı eserler kampüsün içinden alınıp mahkeme salonlarına taşındığında da içeriden dışarıya taşımamıza izin verilmeyen eylemlerimiz adliye koridorlarına polisler eliyle taşınmış oluyor ve çığlıklarımız, kararlılığımız ve inancımız biz bedenler olarak alınmasak da o koridorlarda eller üzerinde taşınıyor. İşte sanat tam olarak buna yarıyor, bir sembol olarak zamanı sırtlanıp, bizlere tüm gücüyle tanışma fırsatları yaratıyor. Zamana ve mekana direnerek anlatılarını sunuyor ve bağnaz tartışmalarda dahi yerini bularak güçleniyor. İşte bu sebepledir ki bir gün dönüp de bakıldığında bugünü anlatacak olanlar bir iktidar gözünün ürünleri olmayacak bizlerin eserleri olacak.
Bilge Varol