Kampüste Güvenli Alan

Güvenli alan kavramı 1960’larda Amerika Birleşik Devletleri’nde feminist hareketten doğdu. Moira Kenney’in ifadesiyle güvenli alan, özgürce konuşmak, davranmak ve kolektif bir güç ve direniş için stratejiler oluşturmak için oluşturulan toplulukları kapsıyor (1). Daha sonraları queer harekette ve ırkçılık karşıtı hareketlerde de benimsenmeye başlanan güvenli alan kavramının, 1980’lerde eğitim sürecine de dahil edilme fikri tartışılmaya başlandı. Çıkış noktası ise ötekileştirilmiş kimlikli öğrencilerin (o zaman için tartışma merkezinde gey ve lezbiyen öğrenciler vardı) ötekileştirme tutumlarına ve nefret söylemlerine maruz bırakılmaları sonucunda fiziksel, psikolojik ve akademik olarak olumsuz sonuçlar yaşamalarıydı (2). Aynı zamanda, sınıflar gibi her öğrenci tarafından çok doğal ve rahat bir ortam olarak karşılanması beklenen alanların ayrımcılığa maruz bırakılmış gruplar için kendilerini rahatça ifade edemedikleri bir ortama dönüştüğü durumlar tartışmalı bir meseleye dönüşmeye başladı. Bu yüzden kavram, 80’lerde ortaya çıkmış olmasına rağmen kamusal söylemde görünürlüğü son yıllarda arttı.

Bugün dünyada, özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde, eğitimde güvenli alan meselesi ‘güvenli kampüs’ ve dahilinde ‘tetikleyici uyarısı’ (trigger warning) kavramları altında, pek çok televizyon programında, gazetede, panelde, akademik dünyada ve kamusal alanda tartışılıyor. Güvenli alan kavramı çerçevesinde, çoğunlukla akademide öğrenciler ve öğretim üyeleri arasında kullanılan tetikleyici uyarısı kavramı kısaca; okuyucuyu, izleyiciyi ya da katılımcıyı içeriğin potansiyel olarak rahatsız edici ya da travma hatırlatıcı materyal içerdiği konusunda içerik sunulmadan bir süre önce sözlü, yazılı ya da görsel bir ifadeyle uyarmak anlamına geliyor. Yukarıda bahsettiğim tartışmanın temelindeki soru ise “üniversitede güvenli alan ve tetikleyici uyarısı akademik hayattaki entelektüel ilerlemeyi ve ifade özgürlüğünü kısıtlıyor mu?” şeklinde.

Bu tartışmanın içeriklerine geçmeden önce güvenli kampüs olduklarını ya da kam-püste güvenli alan sağladıklarını bildiren bazı üniversitelerin bu kavramı, amaçlarını ve güvenli alan oluşturma doğrultusunda yaptıklarını kısaca açıklamak kavramları açıklığa kavuşturmak adına daha verimli bir yol sunabilir.

LGBT Triangle Symbol " by ShopofQueer | Redbubble

Toronto Üniversitesi başlattığı Pozitif Alan Kampanyası’yla, lezbiyen, gey, biseksüel, transgender, transseksüel ve queer öğrencileri, personelleri ve fakülte üyelerini, ayrımcılığa karşı ve kapsayıcı politikalara sahip ortamlarda bile, ötekileştirmeye devam eden sessizlik kalıplarıyla mücadele etmeyi hedefliyor. Kampanyanın en görünür sembolü ise kampüsün birçok yerinde görülebilen gökkuşağı renkli üçgen. Bu sembolün olduğu mekanlar, o alanların ve orada bulunan insanların LGBTİ+ bireyleri destekleyici olduklarını ve her soruya/soruna cevap verecek konumda olmasalar da gerektiğinde uygun servise ya da ofise yönlendirebileceklerinin işarareti olarak kabul ediliyor (3).

Washington Üniversitesi ise, şiddeti önlemede ve herhangi bir şiddet gerçekleştiğinde tepki vermeye hazırlıklı olma sürecinde, öğretim üyelerine, öğrencilere ya da personele yardım etme vizyonuyla hareket ediyor. Destek sağlama sürecinde ise kişinin bireysel kimliğine önem verildiği ve kişinin kültür, cinsel yönelim, cinsiyet, ırk, göçmenlik statü-sü veya engellilik durumunun şiddetle veya şiddet tehditleriyle ilgili deneyimlerini nasıl etkileyebileceğinin göz önünde bulundurulduğu ifade ediliyor (4).

Güvenli alan oluşturan üniversite örnekleri olduğu gibi, güvenli alanın ve tetikleyici uyarısının öğrencilerin akademik ve sosyal hayatları için tehlikeli olduğunu iddia eden savunucular da var. Güvenli alanın tehlikeli olduğunu iddia edenlerin makalelerde, tartışma programlarında ya da panellerde temel olarak öne sürdükleri bazı ortak argümanlar mevcut. Bunlardan ilki, öğrencilerin kampüste tetikleyici uyarısı alsalar bile profesyonel çalışma hayatında ya da kampüs dışındaki sosyal hayatlarında bunu alma-yacakları ve bu yüzden “gerçek” hayata gerektiği gibi hazırlanamayacakları yönünde. Bu anlamda, haberlerden ve tartışmalardan gözlemlediğim kadarıyla, güvenli alan talep eden öğrenciler tetikleyici tartışmalardan kaçmaya çalışan, aşırı “hassas” öğrenciler olarak algılanıyor. “Hassas” yeni nesil öğrencileri anlatmak için de şemsiye kavram olarak “snowflake generation” (kar taneciği nesli) kullanılıyor. Kavram 2016’da Collins English Dictionary tarafından yılın kelimesi seçildi ve 2010’larda yeni yetişkin olan insanların önceki jenerasyonlara göre daha az dayanıklı (resilient) ve incinmeye daha meyilli olduklarını anlatmak için kullanılıyor. Güvenli alanların ve tetikleyici uyarılarının olmaması gerektiğini iddia eden argümanların sonucunda, öğrencilerin karmaşık ve hem duygusal hem de zihinsel olarak zor olabilecek tartışmalardan kaçmak için güvenli alan ve tetikleyici uyarısı talep ettikleri gibi bir sonuç çıkarmak mümkün.

Güvenli alanın karşısında duranlar aynı zamanda, öğrenciler saldırgan söylemlerin ve konuşmacıların üniversite yönetimi tarafından kampüste yasaklanmasını talep ettiklerinde bunun öğrencilerin kendi aleyhlerine olacağını öne sürmekte. Çünkü üniversite yönetiminin öğrencileri eleştiriden ya da duygusal zarar oluşturabilecek herhangi bir tehditten korumasının, üniversitenin öğrencileri zorluklarla mücadele etme yeteneği kazandırma sorumluluğunu yerine getirmesinden saptıracağını söylüyorlar.

Tartışmanın bu kısmında önemli bir yeri olan ifade özgürlüğü konusunda da, hakim görüş şu şekilde, üniversiteler fikirlerin özgürce ifade edildiği kurumlardır ve bu kapsamda güvenli alan kavramı aslında ABD Anayasası’nın 1. Ek maddesiyle uyuşmu-yor. Yasa şu şekilde, “kongre, dini bir kuruma ilişkin veya serbest ibadeti yasaklayan; ya da ifade özgürlüğünü, basın özgürlüğünü kısıtlayan; ya da halkın sükunet içinde toplanma ve şikayete neden olan bir halin düzeltilmesi için hükümetten talepte bulunma hakkını kısıtlayan herhangibir yasa yapmayacaktır“ (5). Bu yasa doğrultusunda savunulan fikir ise, güvenli alan adı altında fikirlerin susturulması yerine, kişinin bir fikre katılmadığı durumda onun neden yanlış olduğunu kanıtlamaya çalışması gerektiği yönünde.

Tartışmanın diğer, güvenli alan talep eden, tarafından bakınca ise şöyle bir söylem görmek mümkün; kimse bütün öğrencilerin her zaman ve kampüsün her yerinde katılmadıkları fikirlerden ya da eleştirilerden korunmaları gerektiğini iddia etmiyor. Güvenli alanların sağlanması gerekiyor çünkü öğrenciler sınıftaki ya da kampüsteki yaşantılarında diğer kişilerle, içeriklerle, katılımcılarla ya da farklı durumlarla aynı fikirde olmadıklarında; saldırgan ya da duygusal olarak zarar verici olduğunu düşündükleri söylemlerle karşılaştıklarında dışlanma, hedef gösterilme ya da alaya alınma tedirginliği yaşamadan fikirlerini ifade edebilmeliler. Güvenli alana getirilen eleştirilerle çatışan nokta çoğunlukla burası. Diğer bir ifadeyle Michael S. Roth’un (6) söylediği gibi, öğrencilerin güvenli alan talep etmelerinin sebebi karmaşık ve zor olabilecek akademik tartışmalardan kaçınmakla ilgili değil; inandıkları ve oldukları şey yüzünden önyargıya ve ötekileştirici bir tavra maruz bırakılmalarıyla ilgili.

İfade özgürlüğünün kısıtlanması ile ilgili argümanlara ise yine aynı yasanın (ABD Anayasası 1. Ek maddesi) koruduğu örgütlenme özgürlüğüyle açıklama getiriliyor. Aynı görüşte ya da ortak deneyimleri olan öğrencilerin bir araya gelerek, tanınmış bir güvenli alanda fikir ya da strateji geliştirmek için oluşturdukları topluluklar da ifade özgürlüğü gibi bu yasa altında korunmakta. Bu yüzden aslında güvenli alanlar ifade özgürlüğüne ya da anayasal kararlara aykırı değil. Ashutosh Bhagwat (7) şu örneği veriyor, bir grup öğrencinin mülteci haklarını tartışmak ve strateji geliştirmek için toplandığı alana mülteci karşıtı bir grubun dahil olarak kendi fikirlerini açıklamaya çalışmalarına izinlerinin olmaması, üniversite yönetiminden beklenen bir tavır ve güvenli alan kavramının önemini açıklayan bir durum. Kampüsün her yerinin güvenli alan olması fikri de bu yüzden herkes tarafından desteklenen bir fikir değil, çünkü mülteci karşıtı grubun da şiddet ve nefret söylemi olmadan kendi fikirlerini geliş-tirebilecekleri alanları kullanma hakları var. Fakat burada güvenli alan konusunda önemli nokta şu ki; öğrenciler, talep ettikleri zamanlarda topluluk kurdukları insanlarla birlikte karşıt fikirlerle mücadele etmeleri gerekmeyen zaman dilimlerine sahip olabilmeliler.

Kampüste güvenli alanı savunan akademisyenlerin ortak olarak ifade ettikleri şey, öğrencilerin saldırı korkusu duymadan düşündüklerini söyleyebilmeleri, güvenli alanlar yoluyla güvence altına alınmalı. Aynı zamanda öğrencilerin problemi akademik tartışmalarla ya da eleştiriye maruz kalmakla ilgili değil, öğrencilerin asıl problemi ve mücadele ettikleri şey LGBTİ+ olmalarından, inanan, inanmayan olmalarından, mülteci ya da beyaz olmayan olmalarından kaynaklanan önyargılar.

Tartışmaların taraflarından bağımsız olarak değinilmesi gereken bir nokta ise ifade özgürlüğüyle nefret söylemi arasındaki ilişki. İki kavram arasına açık ve anlaşılır bir çizgi çekilememesi tartışmayı bir döngüye sokuyor. Bu konu bu yazının hedeflerinden birisi olmadığı için Jordi Pujol’un sorduğu şu soruyla birlikte bu tartışmayı sonraki yazılara taşımak daha verimli olur diye düşünüyorum: “öğrencilerin “aşırı duyarlı” tepkileriyle mi karşı karşıyayız, yoksa nefret söylemlerine karşı post-travmatik bir tepkiyle mi?” (8)

Son olarak ABD’de güvenli kampüs tartışmasının son zamanlarda bu kadar yaygın-laşmasının bir sebebi olarak da kampüslerdeki kültürel çeşitlilik gösteriliyor. Çeşitli kimliklere sahip öğrenci grupları egemen olan söyleme karşı çok sesli mücadele yürütebiliyorlar. Aynı tartışmayı Türkiye’deki kampüsler üzerinden yapmaya çalıştığımızda ise, güvenli alan kavramı LGBTİ+ öğrencilerin dışında kendine pek fazla zemin bulamıyor. Bunun en görünür sebeplerden birisi Türkiye’deki kampüslerin ABD’dekiler kadar kültür ve kimlik çeşitliliği barındırmaması gibi gözükebilir. Fakat Türkiye’deki kampüslerde mevcut duruma baktığımızda ötekileştirilmiş farklı etnik kimlikler görmek de mümkün. Bunun güncel bir örneği olarak üniversitelerdeki Suriye kökenli öğrencilerin durumuna bakabiliriz. Birlikte yaşamaya başladığımız, yeni yeni birbirini tanımaya başlayan bu çeşitli kimlikler çoğu zaman ne yazık ki medya ya da başka kanallarla ötekileştiriliyor. Bu yüzden kutuplaştırmalar yerine alternatif bir iletişim stratejisi olarak güvenli alan kavramı üzerine tartışmalar yürütebilir, bu yönde adımlar atmaya çalışabiliriz.

Sonuç olarak, hakim söylem ve eylemlere karşı, ortak deneyim ya da fikir birliğinden yola çıkarak, birlikte güvenli alanlar yaratma ve talep etme mücadelesini beslememiz ve sürdürmemiz gerektiği düşüncemi buraya iliştirerek yazımı sonlandırıyorum.

(1) Kenney, Moira. “Mapping Gay L.A.: The Intersection of Place and Politics”. Temple University Press, 2001. p.24.

(2) Sadowski, Michael. “More Than a Safe Space: How Schools Can Enable LGBTQ Students to Thrive”. https://files.eric.ed.gov/fulltext/EJ1123878.pdf

(3) Toronto Üniversitesi. “Positive Space Campaign”. https://www.webcitation.org/6AKkihV1Y?url=http://www.positivespace.utoronto.ca/

(4) Washington Üniversitesi Web Sitesi, “About SafeCampus”. https://www.washington.edu/safecampus/about-safecampus/

(5) “Amerika Hakkında: Açıklamalı Amerika Birleşik Devletleri Anayasası”. https://photos.state.gov/libraries/turkey/231771/PDFs/abd-anayasasi.pdf

(6) “LIVE DEBATE – Trigger Warning: Safe Spaces Are Dangerous” https://www.youtube.com/watch?v=cQ0pcCV4MeY

(7) “LIVE DEBATE – Trigger Warning: Safe Spaces Are Dangerous”https://www.youtube.com/watch?v=cQ0pcCV4MeY

(8) Pujol, Jordi. “The United States safe space campus controversy and the paradox of freedom of speech”. https://www.tandfonline.com/doi/full/10.1080/23753234.2016.1234124

Hilal Işık

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: