Güvenli Alan: Yeniden Kavramsallaştırmaya Doğru

The Roestone Collective*

Feminist, queer ve insan hakları hareketlerinde; güvenli alan, ötekileştirilmiş grupları şid-detten ve tacizden uzak tutmak düşüncesiyle ortaya çıktı. Bu tür bir güvenli alan aynı zamanda “özgürce konuşmak ve davran-mak, kolektif güç oluşturmak ve direniş için stratejiler oluşturmak için belli bir ruhsat”ı destekleyen konumdaydı (Kenney 2001:24). Benzer bir şekilde, birçok eğitmen sınıfları bilinçli bir şekilde güvenli alan olarak (yeniden) oluşturmak, böylece -ötekileştirilmiş kimlikli öğrenciler dahil- her öğrencinin “bilgiyi açığa çıkarmak, inşa ve yeniden inşa etmek”te özgür olması için bu konsepti uyguladı. Bunların dışında dezenfekte ortamlara ihtiyaç duyan hastalar, iklim bilimciler ve başka alanlardaki akademisyenler güvenli alan kavramının başka kullanımlarını ileri sürdü veya oluşturdu (Coyle 2004:62, O’Brien 2012, Rocks-tröm ve diğerleri 2009:472).

Yaşayan bir kavram olarak güvenli alan

Bu makalede özellikle güvenli alanın yeniden kuramsallaştırılması – veya yeniden kavramsallaştırılması- işine girişiyoruz. ”Güvenli alan” olarak anılan yerleri inşa etme işinin üzerine odaklanarak, güvenli alanın eğilimlerini ve kullanımındaki çeşitliliklerin saptamasını yapıyor ve onun birçok bağlamdaki yerleşikliğinin bilincinde olarak, güvenli alanı, herhangi bir alanın veya yerin görece güvenliğini inceleyen analitik bir araç olmaktan ziyade, canlı bir kavram olarak ele alabiliyoruz. Bu ayrım, bizim kavramın bilinçli kullanımını analiz etmemize yarıyor ve, tekrardan, bütün güvenli alanları bir çatıda toplamamızın ya da bağlamsız bir güvenli alan inşası için “yemek tarifi” vermemizin önüne geçiyor.

Bu çalışmaya başlarken feminist coğrafyacılar Foord ve Gregson’ın “Patriyarka: Yeniden Kav-ramsallaştırmaya Doğru (1986)” eserinden ilhamla hareket ettik. Foord ve Gregson çalışmalarında, roller üzerinden ifade edilen toplumsal cinsiyet anlayışını; rollerin genellikle sabit olarak algılanışının kadınların yaşadığı eşitsizliği doğallaştırması sebebiyle eleştiriye tabii tuttular. Böyle yapmanın kadınların ‘kurban’ olarak gören düşünceyi öne sürdüğünü ve desteklediğini ve bunun kadınları eşitliksiz bir toplumun ya itaatkar ya da zoraki alıcıları yaptığını söylediler. Rollerin devamlı olarak “insanlar tarafından üretildiğinin” bilincinde olarak, toplumsal cinsiyetin ve cinsel hiyerarşilerin nasıl üretildiğini inceleyen ilişkiselbir toplumsal cinsiyet anlayışını savundular. Bunlardan hareketle, biz de, güvenli alanın sabit ve önceden belirlenmiş bir “güvensiz” kategorisine basitçe bir cevap olmaktan daha fazla bir şey olduğuna kanaat getirdik.

İlişkisel olarak güvenli alan

Bunu, güvenli alanın ilişkisel olarak yeniden kavramsallaştırmasında bir başlangıç noktası olarak alıyoruz. Bunu yaparak, güvenli alanlar geliştiren insanların, bazen oldukça problematik farklılıkları nasıl tartıştıklarını ve bunun bilincine nasıl vardıklarını anlamak istiyoruz. Bu Colectivo Situaciones (2007:86)’ın “farklılıkları silmeden veya görmezden gelmeden onların ortak kimi problemler yaratmalarına engel olmak” niyetini yansıtıyor. Güvenli alanları yaratmanın ve sürdürmenin ilişkiselliği ile inceleyerek, bu alanlardan bazılarının aslında başka “ortak problemler”i güçlendirdiğini görüyoruz. Yine de, bu alanlarda, sosyal farklılıklar sürekli olarak işaret ediliyor ve yeniden tanımlanıyor. Bu; alan’ı, devamlı dönüşen, çeşitlilikler ve olasılıklarla karakterize edilmiş ele alan çağdaş coğrafik kuramlarla sıkı sıkıya bağdaşıyor (Massey 2005:9). Buna uygun olarak, biz, güvenli alanları kendi bağlamlarında daha iyi anlamanın, onların normatif karmaşıklığını keşfetmenin ve problemlerle olduğu kadar imkanlarla da dolu olan yöntemlerini araştırmanın peşindeyiz.

Bir alanı güvenli (ya da güvensiz) yapan nedir?

Güvenlik düşüncesi genellikle altta yatan bir şiddet ve özellikle fiziksel şiddet tehdidine dayanır. Birçok bakımdan topluma nüfuz etmiş olarak düşünülmesine rağ-men; şiddet, genellikle, devamlı olarak ilişkilendiğimiz bir şeyden ziyade gündelik hayatı kesinti-ye uğratacak şekilde üzerimize hükmeden bir şey olarak algılanır. (Tyner 2012:12)

Güvenlik: Kontrolün ritüelleştirilmiş biçimlerine güvenen hayali bir yapı

Güvenlik algısı, kimlik üretimi ve performansına (Bondi and Rose 2003:234) ve bir alanın nasıl kullanıldığına ve kontrol edildiğine (Valentine 1989:389) göre büyük oranda değişiklik gösterebilir. Bunlar yere ve zamana göre değişiklik gösterebilir- belli bir ka-musal alan gündüz güvenli olarak sayılırken gece eve tek yürürken güvensiz olabilir. Ek olarak,- post-yapısalcı feministler tarafından dikkat çekildiği gibi- tek bir fiziksel alan bazı insanlar için/tarafından güvenli olarak sayılırken başka bir cinsiyetten,ırktan, cinsel kimlikten, sınıftan, yaştan veya başka herhangi bir kimlikten birisi için güvensiz olabilir (Day 1999:307; Koskela ve Pain 2000:270). Buna örnek olarak, Gandy’nin (2012:729, 732) “queer ekoloji” çalışması, mezarlıktan bozma terk edilmiş umumi parkların eşcinsel erkeklerin çarka çıkması (1) için nasıl ev gibi kapalı ve bariz biçimde özel alanlardan daha güvenli alanlar olduğuna dikkat çeker ve böylece özel alan ile kamusal alanın sırasıyla güvenli ve güvensiz’le ilişkilendirilmesine meydan okur. Güvensiz’in bu anlayışını takiben, güvenlik “kontrolün ritüelleştirilmiş biçimlerine güvenen kurgusal bir yapı” halini alır (Audrey Thompson, Stengel and Weems 2010:505’ta geçtiği üzere). Bu düşünce, güvenli/güvensiz mekansal ikilikler kurgulamanın, kadınların farklı alanları kullanışını ve buralardaki hareketliliğini denetim altına almak için, ataerkil sosyal kontrolü öne sürdüğünü ve yansıttığını söyleyen Valentine (1989) ve Bondi ve Rose(2003) tarafından da bir şekilde yansıtılmış olur.

Paradoksal Güvenli Alan, veya Güvensiz Alanla bir Verimli Müzakare Olarak Güvenli Alan

1981’in Eylül ayında, yüzlerce insan Tecavüz-Karşıtlığı Haftası’nın son ayağı, Washington DC’deki Take Back The Night(TBT-N)(2) yürüyüşüne katıldılar. Yürü-yüşçüler sokaklarda bir yandan sloganlar atarak kadınların geçmişte tehdit edildiği, aşağılandığı ve cinsel saldırıya maruz bırakıldığı alanları, şehir parkları ve kırmızı ışık bölgeleri gibi, (yeniden) talep ettiler. Yürüyüş başarıya ulaşmış gibi gözükse de, etkinlik yalnızca kadınlara mı açık olmalı noktasındaki tartışmaları da tetikledi. Bazı organizatörler yürüyüşün yalnızca kadınlardan oluşmasının “bağımsızlıklarını ve dayanışmalarını sergilemek” noktasında kritik olduğunu öne sürerken, diğerleri erkeklerin katılımının topluluk koalisyonlarını güçlendireceğini hissediyordu. Başkaları ise ne kadar iyi niyetle olursa olsun eğer katılmalarına izin verilirse erkeklerin -tıpkı geçen sene olduğu gibi- yürüyüşü domine edeceklerini düşünüyorlardı. Sonunda, erkekler yürüyüşe dahil edildiler fakat kadın kortejinin arkasında yürümeleri talimat verildi (Fithian 1981’den derlendi.).

TBTN, on yıllardır dünyanın birçok bölgesinde gerçekleşen etkinlikler dizisi, özellikle kadınları hedefine alan tecavüze ve cinsel şiddetin başka biçimlerine dikkat çekiyor ve bunları protesto ediyor. Genellikle yürüyüşler ve başka biçimlerde doğrudan eylemleri içeren bu etkinlikler, hem sembolik hem de bireylerin her gün hissettiği korkuya ve deneyimledikleri şiddete somut kolektif tepki niteliğinde. Fakat, yukarıda bahsedilen TBTN etkinliklerine erkeklerin katılımı tartışması güvenli alan inşa etmenin karmaşık-lığını gözler önüne seriyor. Cinsel şiddet tehlikesi karşısında, birlik, güçlendirme ve güvenlik uğruna bu alan dışlayıcı mı olmalı, yoksa güvenlik ve cinsiyet farklılıklarının baskıcı kurumlarına meydan okumak adına kapsayıcı yerler mi olmalı? 1981’deki yürüyüşün bir katılımcısı, bunu “sadece kadınların katılabildiği etkinliklerin mümkün olup olmadığı tartışması, kadınların, ele almaya devam etmek zorunda olduğu bir konu.” şeklinde ifade etti. Bu bölümde inceleyeceğimiz paradokslar, bu tarz paradokslar.

Güvensiz alanın dönüşümüyle ilgili büyük bir bağlantıya, Koskela’nın kadınların “cesurluk ifadeleri”nin incelemesinde; özellikle de, kadınların “cesur yürüyüşlerle” güvensiz alandan geri durmayı nasıl reddettiklerinin keşfiyle karşımıza çıkıyor. Bu eylemlerle, kadınlar, kamusal alanı, güvensiz addedilen sokaklarda kararlılıkla yürüyerek ve böylece “kendi özlerini yönetirken bir yandan da [kamusal]alanı (yeniden) tanımlayarak ve (yeniden) inşa ederek” geri kazanıyorlar, zira kadınlar, alanı pasif olarak deneyimlemenin ötesinde onu inşa eden aktif konuma geçiyorlar (Koskela 1997:303, 316). Katılımcılar için, baskıcı anaakım normlara meydan okuma eylemi güçlü komünite ruhu ve güçlenme hisleriyle bağlantılı, zira deneyimlenmiş ve hayali korku ve şiddete meydan okuyorlar (Smith 1986:129–130). Hatta, bu yüzden güvenli alan oluşumları sembolik ve işlevsel kolektif eylemlerin yanında bireysel günlük aktiviteleri de içermek şeklinde anlaşılabilir. Örneğin, yukarda tartışılan TBTN olayı insanların alanla ilişkilerini (yeniden) üretiyor, baskın kültürle işletilen baskıya meydan okuyor ve somut ve somut olmayan bir şekilde addedilen güvensiz sokak algısını alt üst ediyor. Böyle olaylarda, kadınlar, Rose’un(1993:143) tarif ettiği gibi, alanı (geri) kazanıyor ve kendilerinin sokak-tan silinmesinde bir pay almayı reddediyorlar.

Bir Direniş Alanı olarak “Ayrılıkçı” Güvenli Alanlar

Güvenli alanların bazı biçimleri halihazırda tehditkar alanları dönüştürme niyetiyle hareket ederken, bazıları da, tam da güvenlik sebebiyle, sıkı denetime tabi tutulan ve de ayrılıkçı direniş mekanları olarak varlar. Bu biçimde var olan güvenli alanlar aynı zamanda başka koşullar altında ötekileştirilmiş kimliklere bir araya gelip ortak düşüncelere ve anlayışa tabi olabilme alanı sunarak onları destekliyor (Day 1999:321). Bunlara örnek olarak bell hooks’un sunduğu “homeplace” (3) (siyahi kadınlar tarafından kurulan ve organize edilen ve aynı zamanda politik dayanışma sağlayan alanlar) ya da Los Angeles’ta lezbiyenler için (heteroseksist bir dünyada dayanışacak yerler yaratmak ve otonomilerini pekiştirmek amacıyla) organize edilmiş ayrılıkçı alanlar verilebilir (hooks 1990:47 – Kenney 2001:111). Böylesi alanların sağladığı güvenlik hissi, “fiziksel olarak kontrolde hissedilmese dahi, sosyal kontrol ve bir tür aitlik hissi”nden kaynak-lanıyor (Myslik 1996:168).

Bununla birlikte, bu ayrılıkçı alanlar aynı zamanda güvenlik anlayışını tehdit eden ya da depolitize edici iç değişimlerden/bölünmelerden muzdarip olabilir. Örneğin hooks’un örneğinde, günümüzde “homeplace”in “siyahi kadınların siyahi erkekler tarafından patriarkaya maruz kaldığı alanlar”a dönüştüklerini görüyoruz. Bu görüş Duncan tarafından da bu grupların “ayrılıkçılığının” “grup üzerinde istenmeyen bir depolitize edici etkiye sahip olabileceğini, onu değişikliklere karşı güçlendireceğini ve istemeden daha geniş bir sosyal alandan bağımsız hale getireceğini” ifade edilerek ortaya konmuştur (1996:129). Yine de bu eğilim, güvenli alanın dışa dönük siyasi ola-sılıklarını kısıtladığını kabul etsek dahi, bu tür alanların içerisinde yapılan işleri olumsuzlamıyor.

Güvenli alanlar, kapsamak ve dışlamak kavramlarıyla ilgili soru-lardan bağımsız düşünülemez. Mesela, bazı alanlar tamamen “dışlıyo olmak”la ancak üzerine kurulduğu ilişkilenme biçimleri daha karmaşık bir tabloyu anlatıyor olabilir. Örneğin; 70’ler ve 80’lerde Birleşik Devletler’de kurulan “lezbiyen diyarlar” (çoğunlukla kırsal alanlarda oluşan lezbiyen feminist yerleşimler) örneklerinde, biseksüel ya da he-teroseksüel kadınların ve onların erkek çocuklarının bu alanlara kabulüne dair farklı kurallar vardı. Yine aynı alanlarda, siyahi kadınlar güvende hissetmeyebiliyor ve başka topluluklar kurma ihtiyacı duyabiliyordu. Özetlemek gerekirse, “[v] tehdit altındaki sosyal gruplar yalnızca ötekileştirilmiyor, aynı zamanda birbirlerini ötekileştirip baskı altına alabiliyor” (Valentine ve Skelton 2003: 863) diyebiliriz.

Sınıflarda “Kapsayıcı” Güvenli Alanlar;

1960’lardan beri Amerika’da popüler gelen fikirlerden biri her öğrenci için güvenli bir sınıf yaratılabileceği fikri; bu ayrıca öğretmen ve yöneticilere ait etik bir sorumluluk olarak görülüyor. Ancak hooks’a göre açıkça düşmanlık yapılmayan sınıflarda dahi pek çok öğrenci, özellikle de beyaz olmayan öğrenciler güvende hissetmiyor. Kabul gören “güvenli alan olarak sınıf” fikri de, aslında statükoyu güçlü biçimde koruyan kültürel bir hegemonya olduğu için eleştirilmekte. Ayrıca bir başka eleştiri de “rahatsızlık hissi öğrenmeye engel olur” fikrine karşı çıkanlardan geliyor (Barrett 2010; Boostrom 1998; ooks 1989, 1994; Stengel 2010:524). Bu araştırmacılara göre rahatsızlık hissi öğrencilerin analitik kapasitelerini ve bakış açıları keskinleştiriyor; buna göre öğrenciler konforlu hissetmek zorunda değiller ancak “yeterince güvende” hissetmeliler. Dolayısıyla, tamamen güvenli bir sınıf yok ve aslında bu fikrin kendisi de problemli kabul edilebilir; tıpkı “lesbian lands” örneklerinde karşılaştığımız gibi. Güvenli alan –eğitimde- tehlikeyi tamamen reddetmek ya da görmezden gelmek yerine, “mesafe ve ayrımları güçlendiren sosyal imajların yıkımı ve de kaygıların ortaya çıkarılması”yla başlıyor (Stengel 2010:526). Bu, sınıfın kendisine, çatışmaları “yorumla-mak ve ona cevaplar üretmek” için olanak tanıyor. Böylesi nedenlerle pedagojik açıdan güvenli alan aslında sabit değil diyebiliriz; güvenli ve güvensiz, bireysel ve kolektif, anlaşma ve anlaşmazlık arasında sürekli hareket halindedir. Bu tür alanların savunucuları, “kolektif bir çevrede bulunan bireylerin kendi koşulları ile riskle karşı karşıya gelmelerine izin verilmesi” gerektiğini -bu risklerin öğrenciye göre değişeceğini bilerek- söylemektedirler (Hunter 2008: 18-19).

Böylece, güvenli alan “kendi-olma sürecinin devamlılığı, komplike düşünüp-taşınmalar için bir hüsnütabir” haline gelir (Hunter 2008: 18-19.)

Kavramsal Dersler: Güvenli,Paradoksal Alanlar VEYA İnsan Güvenli Alanlarından Fazlası: Geçirgen Nesneler ve Paradoksal İkilikleri Belirsizleştirmek

Eğer güvenli alanı bedenler, nesneler ve çevreyle birlikte oluşturulmuş olarak anlıyorsak, o zaman, Massey (2005)’in dediği gibi; alan, etkisel oluşun sabit durumu içinde var oluyor. Fakat beden nedir ve bir beden nelere muktedirdir? Arzuları, fikirleri ve pratikleri çoğaltma çabasıyla, queer teori, bu soruları açık uçlu bırakmayı yeğliyor ve böylece “bedenlerin nelere muktedir olup nelere muktedir olmadığı konusundaki normatif anlayışlar”a meydan okuyor (Lim 2007:53). Bedenlerin burada geniş bir tanımı var. Onlar; materyali, söylemsel olanı, kolektifliği ya da teknoloji-insan konfigürasyonlarını dahil eden ve “güçlerin ‘gerçeğe dönüştürüldüğü’” yerler olarak var oluyor.(Deleuze 1988:123-128; Lim 2007 :54). Bir bedenin başka nesnelerle ve bedenlerle ilişki içinde oluşu ve onları etkileyişinin sürekli oluşundandır ki, onun et-kileri dinamik ve “belirsiz” oluyor- eylem ve ilişkilenme kapasitesi sürekli değişime uğruyor(Lim 2007:55).

Bedenlerin insanlardan-daha-fazlası ve oldukça dinamik oluşundan hareketle, nesnelerin bedenler ve alan aarasındaki ilişkileri değiştirebileceğini fark ediyoruz. Dahası, nesnelerin bedenlere dahil edilebileceğini, bedenler ve alan arasındaki bariz sınırların eritilmeye açık olduğunu görüyoruz. Feminist psikanalist ve aktivist Luce Irigaray( 1992:18), “bir bütün üzerinde sözleşildiğinde beden bir hapis-haneye dönüşür.” şeklinde iddia ediyor. Bedenleri sınırlarındırılmış hapsihaneler gibi düşünmektense, Irigaray nesneler ve bedenler arasındaki sınırların geçirgen olduğunu öne sürüyor. Bu iddialar bir cygobrg olarak beden anlayışını yansıtıyor-yani organiğin (örn. insan bedeni) ve inorganiğin (örneğin teknolojik aletler) bir melezi. Bu teoriler güvenli alanları daha iyi kavramamıza iki yönden yardımcı oluyor. İlk olarak, nesneler, gözenekler veya paradoksal alana olası müdahaleler için açık-lıklar yaratabilirler. Cep telefonu veya bisiklet gibi nesnelerin, güvenli ile güvensiz anlayışlarını belirsizleştirerek alan deneyiminin en temelden değiştirebilme kapasiteleri vardır. Örneğin Pain ve diğerleri (2005:818) çalışmala-rında, suç korkusu karşısında cep telefonu taşımanın -hem erkekler hem kadınlar için- belli “güvensiz” alanlardan kaçınmaktan daha etkili bir strateji olduğunu keşfettiler. Bir başka örnek, Ovarian Psycos adlı beyaz olmayan kadınların Los Angeles’ta düzenlediği özsavunma ve cinsel şiddeti önleme amaçlı bisiklet yürüyüşü. Burada katılımcılar sokakta tacize uğramak veya bisiklet kazası yaşanması gibi risklerle karşı karşıyayken, grup yine de bir güvenli alan inşa ediyor- insan bedenleri (kadınlar ve baskın olarak Latin kadınlar), bisikletler ve sokaklar arasında somut ilişkiler barındıran bir güvenli alan. İkinci olarak, güvenli alanın inşası, yeni etkili ilişkiler geliştirmeyi ve gözenekli paradoksallığı kabul etmeyi de içeriyor. Böylece paradoksal ikiliklerin sabit ve doğal olmaktan ziyade bağlamsal olduğunu ve gelişerek var olduğunu anlıyoruz. Ortaya çıkan paradoksları fark etmekteki başarısızlık o paradoksların ötekileştirdiği insanları görmezden gelmemize sebep oluyor. Diğer yandan, paradoksları şeyleştirmek-veya onları mutlak ve değişmez olarak saymak- onlara yersiz bir güç veriyor ve bizim gözenekli güvenli alan müdahaleleri yapmamızın önüne geçiyor. Aslında, güvenli alanları inşa etme işi paradokslara meydan okuma ve paradoksları deneyimlemenin içinde gömülü olarak bulunuyor ve bu iş hiçbir zaman tamamlanmıyor.

Sonuç:“Daha İyi” Güvenli Alanlar İnşa Etmeye Doğru

Feministler ve aktivistler olarak günlük hayatlarımızda güvenli alanın inşasına devamlı katılım gösteriyoruz: “cesur yürüyüş”lerden paradoksal pedagoji pratiklerine, politik amaçlar için ikilikçi normları sorgulamaya ve yeniden kurgulamaya kadar. Bu makalede ortak eğilimlerimizi tespit etmeye ve de güvenli alanları onları inşa eden ilişkiler üzerinden okumaya çalıştık. Bulgularımıza göre, bir güvenli alanı oluşturmak halihazırda var olan ve de bağlamından ayrılamayacak sosyal normları yeniden şekillendiren, onlara tepki gösteren ve onları üreten bir iştir. Bu iş, hem sembolik hem de somuttur ve asla bütünüyle tamamlanamaz; ihtimallerle doludur; güvenli alanlar ikicil ya da basite indirgenmiş sosyal normların “gözenekli yapılarını” belli ettiği yerlerdir.

Güvenli alanı faydalı bir kavram haline getiren şeyin tam da bu olduğunu iddia ediyoruz. Güvenli alanı yeniden kavramsallaştırma sürecimizde gördüğümüz gibi; güvenli alanın inşası, sosyal farklılıkları tanıyan, vurgulayan ve hatta kimi biçimleriyle destekleyen bir sosyal adalet pratiğidir. Güvenli alanların sosyal imajlarımıza meydan okuyan çözümler sunabildiğini biliyoruz ancak tamamıyla “mükemmel” ya da tüm dünyaya uyarlanabilecek şeyler olmaktan çok uzaklar, ve böyle olmamalılar da. Buna uygun biçimde, güvenli alanlar için katı “yemek tarifleri” ya da reçeteler oluşturmaya çalışmıyoruz.

İncelediğimiz örneklere göre; güvenli alanlar oluşturmakla ilgilenenlere, kesişimsel anlamda mümkün olduğunca kapsayıcı ve entegre olmayı hedeflemelerini; ancak dışlayıcılıkla ve ayrılıkçılıkla denemeler yapmaya karşı olmamalarını öneriyoruz. Bununla birlikte, burada dikkat edilmesi gereken, pedagojik literatürde (hooks 1994; Montero 1995) gösterildiği gibi, kapsayıcılığın eleştirel olmasının gerekliliğidir; eleştirel olmayan kapsayıcılıklar çoğu zaman tahakkümü güçlendirir. Buna rağmen, genel anlamıyla kapsayıcı ve entegre olmanın lehine düşünmekteyiz çünkü daha dışlayıcı ve ayrılıkçı prensiplerle kurulmuş güvenli alanlar tahakkümleri yeniden üretmeye meyillidir – tıpkı ”homeplace”lerin giderek daha patriyarkal hale gelmesi ya da “lezbiyen diyarlar”da yaşanan sınıfsal ve ırksal dışlanmalar gibi. Ancak farklı farklı sürelerde deneyimlenebilecek mekansal ayrılıkların, ötekileştirilmiş insanların hayati öneme sahip bir “topluluk” hissi geliştirmelerine ve aksi halde mümkün olmayacak biçimlerde kendilerini ifade etmelerine ön ayak olduğunun da farkındayız.

Peki coğrafyacılar olarak; güvenli alanları, akademik araştırmalarla ve öğretmenliğimizle bir tür radikal pedagojik pratik olarak nasıl inşa edebiliriz? Güvenli alan (olarak) sınıf tartışmalarında eleştirel olmayan bir kapsayıcılığın eşitsizlik ve ayrımcılığı nasıl örtbas edebileceğini ya da sürdürebileceğini gördük. Stengel’in (2010:536) “yeterince güvenli” bir sınıf için yaptığı savunmayı takiben, bizim yeniden kavramsallaştırma çalışmamız sınıflarda bulunan örtülü hiyerarşilerin ortaya çıkmasına olanak sağlıyor. Güvenli alanlar olarak sınıflar, mutlaka “hiyerarşisiz” olmamakla beraber, böylesi hiyerarşilere meydan okumak için bir yöntem haline de gelebilirler. Bunu yapmak amacıyla, güvenli alan (olarak) sınıfların, geçici “dışlama” pratikleri gibi farklı stratejileri kullanmayı düşünmelerini öneriyo-ruz. Son olarak; coğrafya disiplini içinde güvenli alan kavramını -araştırma ve öğretimden ziyade departman kültürüyle ilgili olarak- disiplinin alt başlıkları içinde var olan ve bazen de onları pekiştiren – ancak yine de geçirgen – sınırları (yeniden) değerlendirmek için kullanabiliriz, özellikle de öte-kileştirilmiş seslerin daha güçlü duyulmasını sağlamak için.

Güvenli alan güvensiz bir dünyayla iletişime geçen, ona tepkiler gösterip ona karşı tedbirler alan, bir bilinmezlik ve değişim alanıdır.

* Heather Rosenfeld ve Elsa Noterman’ın soyisimlerinin ilk bölümlerinden oluşan bir anagram.

(1) “cruising” kelimesinin karşılığı olarak önerdiğimiz bu kullanım Türkiye’deki LGBTİ+’ların kullandığı Lubunca jargonunda seks için aranmak, dolanmak anlamlarına geliyor.

(2) “Geceleri Geri Alıyoruz” diye çevrilebilir. Orijinali korumayı tercih ettik.

(3) sıla, ev.

Mina Ünal – Soner Cem Gür

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: