Uzun Bir Veda Mektubuna Yanıt

Yalnızca Göklerde Aranmasın

Yol Gösteren Yıldızlar:

Uzun Bir Veda Mektubuna Yanıt

Geçtiğimiz haftalarda Murat Gülsoy’un kampüse girişine izin verilmemişti, ne yazık ki sayısını çoktandır unuttuğumuz birçok hoca ve mezun gibi. Üzerinden çok geçmeden felsefe bölümü öğretim üyesi Yıldız Silier’in de görevine son verdi kayyum yönetim. Bu sabah bazılarımızın mail kutusuna düşen ‘uzun bir veda mektubu’ ile aldık bizler de bu haberi. Böyle bir durumda dahi kendisini değil, öğrencisini önceleyerek teselli cümlelerine yer veriyor, üzülmeyelim diye ‘kuş gibi hafiflediğini’ belirtiyor Yıldız Hoca. Kendisinin derslere verdiği önem ve özeni bilen bilir. Fakat yalnızca felsefeye ve derslere değil, öğrencilerine karşı gösterdiği hassasiyet ve hissettirdiği sorumlulukla da bilinir. Derslerindeki tartışmalarda güvenli bir alan oluşturur, öğrencilerin hem kendilerini keşfedebilmelerini hem de saygıyı asla elden ve dilden bırakmadan argüman savunularını yapabilmeleri için yeni yollar açar ve eğer bizler hala yüzeylerde takılıyorsak da bizi kendisinin ardından ta derinlere sürükler. İsteyen öğrencileriyle de birebir olarak felsefeden ve hayattan konuşmalar yapar, bir hoca, bir arkadaş, bir yoldaş gibi yaklaşır size. O yüzden Yıldız Hocayı tanıyanlar için bu olay çok çok üzücü oldu evet, fakat yıkıcı olmadı kesinlikle.

Çünkü Yıldız Hoca’nın öğrencilerine, bizlere  aşıladığı felsefede her daim umut ve her daim dik bir duruş yer alır. Şu anki ‘sessiz’ gidişattan ötürü, dik bir duruş göremeyenler ve ‘neredesiniz göremiyoruz sizi epeydir’ diyenler çıkabilir. Evet, Bulu kayyımiyetindeki haksızlıklar furyasına gösterilen tepki, belki sıcak suya atılan kurbağaların dışarı hızla zıplaması gibi daha pratik, daha eylemseldi. İnci’nin kayyım yönetiminde ise senaryo farklı, sanki kurbağaların altındaki ateş sessizce ve sinsice kısılmış, onlar da yavaş yavaş ısınmaya, farkında dahi olmadan kaynayan suya alışmışlar gibi. İnci’nin kayyım yönetiminin, madalyonun göstermek ve kendilerinin de görmek istediği yüzü bu yönde en azından. 

Fakat yanılgısının yüzüne vurulacağı günleri sabırla bekleyen ve yeni yollar deneyen bizler için durum hiç ama hiç öyle gözükmüyor açıkçası. Ne biz susmaya ve suyun sıcaklığına göre sesi kısılmaya alışmış kurbağalarız ne de bu kayyum düzeni üniversiteyi istediği gibi yönetecek ve kazanın altındaki ateşi yakacak gücün sahibi. Çünkü o su bizim altımızda değil, içimizde kaynıyor. Ateşini yüreklerimizdeki cesaret harlıyor. Cadı avıyla kazana dönüştürmeye çalıştıkları kampüs ise, suyunu ve güneşini almış, filizlenmek için yeni yollar arayan tohumları saklıyor. Hakikatin sözcülüğünü yapma heyecanı ise ferlerde bir gün olsun dinmiyor.

Sanılanın ve sunulanın aksine, yok edilmiş bir kültür, külleri savrulmuş ölü umutlar yığını görmeyeceğiz gelecekte. Denenmemiş yolları deneyen, eğer ki hiç çıkar yol gözükmüyorsa da öncülük edip yeni yollar açan bizlerin hikayesini izleyeceğiz. Nasıl sönümlendireceklerini bilmedikleri yeni yollar bunlar, sindirilmemiş ve nasıl sindirileceği keşif dahi edilmemiş. Biz de her birini birlikte açacak ve tıpkı yıldızlar gibi yol göstereceğiz birbirimize. Çünkü Yıldız Hocamızdan gördüğümüz de böyleydi, yaşayan ve yaşatan umutlardan asla yoksun bırakmayarak zamanla erişkinleştirdiğimiz zihinlerimizde de. Ve bir gün mezun olup geriye dönerek baktığımızda, haksızlıklar ve hukuksuzluklarla dolu, mağduriyetlerle geçmiş üniversite yılları değil; birlikte aldığımız, aştığımız ve açtığımız yolları göreceğiz. Ve tabi bir de güneşli günler göreceğiz arkadaşlar, güneşli günler. Yol gösteren yıldızlar gökte de olsa yerde de olsa. 

***

Yazın yayınladığımız, Yıldız Hoca ile yaptığımız söyleşiden bir diyalog ile bitirelim sözleri. Veyahut başlatalım mı demeli?

Geçmişte de böyle diyen ve bir şeylerin değişebileceğine gerçekten inanan insanların çok hazin bir sona ulaştığını görmek bize şunu dedirtmez mi: Onlar da denemiş ve olmamış, bizimki neden olsun hocam?”

“Şöyle bir örnek verelim. Bir tarafta Sokrates’i ele alalım, bir tarafta Martin Luther King’i. İkisi de öldürülmüş ve ikisi de kendi güvendikleri, vatandaşı oldukları ülkede yaşarken, kendi devletleri tarafından katledilmişler. İnandıkları şeyin uğrunda mücadele ederken öldürülen çok sayıda kişinin olması, onların ideallerinin değersiz olduğunu göstermez ki. Başaramadıklarını da göstermez. Hala toplumlar felsefeyi küçümsüyor ve hala ırkçılık sürüyor diye, hayatlarını boşuna heba ettiklerini söyleyebilir miyiz? Acısız, güvenli, etliye sütlüye bulaşmayan bir hayat yaşasalardı daha mı iyi olurdu? Hayattaki acılar, şiddet, adaletsizlikler sadece birlikte özgürleşme yolunun ne kadar çetin ve zor olduğunu gösteriyor. Bir adım ileri, iki adım geri giderek değişimler gerçekleşiyor.” 

Artı Dergi

Yorum bırakın